E-Dergi Oku 
KARYER GROUP

Vestas Türkiye Genel Müdürü Olcayto Yiğit:“Türkiye’de Rüzgarın Önü Her Geçen Yıl Daha Çok Açılıyor”

Vestas Türkiye Genel Müdürü Olcayto Yiğit:“Türkiye’de Rüzgarın Önü Her Geçen Yıl Daha Çok Açılıyor”

8 Mayıs 2012 | SÖYLEŞİ
92. Sayı (MART 2012)
2.073 kez okundu

Vestas’ın Türkiye’ye ilk gelişinden itibaren başlayarak, faaliyetleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Vestas’ın Türkiye’ye ilk gelişi aslında biraz ilginç bir hikayeyle başlıyor. 1984 senesinde vizyoner bir iş adamının Danimarka’daki mevcut rüzgar türbinlerini görüp, ülkeye getirmesiyle, Vestas Türkiye’ye girişini yapmış oluyor. 28 yıl önce ülkeye gelen bu türbin aynı zamanda Türkiye’nin ticari bazda ilk rüzgar türbini olma özelliğini de taşıyor. Şimdi her ne kadar çalışmasa da tarihe tanıklık etmiş bir türbin olarak halen Çeşme’de Altın Yunus Tatil Köyü’nün bahçesinde sergileniyor. Daha sonrasında yine Çeşme’de Güçbirliği Ares firmasının 1998 senesinde devreye girmesiyle, Vestas Türkiye’ye odaklanmaya başlıyor ama Türkiye’deki elektrik piyasası ve bilhassa yenilenebilir enerji sürecinin biraz sancılı ve uzun olması sebebiyle, burada bir ofisin kurulması ancak 2008 senesinde olabiliyor.

2008 senesinde 5 kişi ile çalışmalarına başlayan ofisimiz, şu an itibariyle 100 kişilik bir istihdama ulaşmış durumda. Bu da gösteriyor ki Vestas olarak çok hızlı bir yapılanma sürecine girdik. Zaten Türkiye’nin kurulu gücünün yaklaşık üçte biri Vestas türbinlerinden oluşuyor. Bu da 600 MW’ın üzerinde bir kapasite, 250’nin üzerinde türbin ünitesine tekabül ediyor. Haliyle bu kapasite de ciddi bir operasyon gereksinimi yaratıyor. Biz Türkiye’deki rüzgar santrallerine hizmet verebilmek için Hadımköy, Balıkesir ve Hatay olmak üzere üç ana merkezde operasyonlarımızı topladık. Hem o bölgelere yönelik depomuz, hem de bölgeye özel servis organizasyonumuz var. Böyle olunca, santrallerimizin emre amadeliği ve elektrik üretimleri de oldukça yüksek oluyor. Biz bunu daha da ileriye götürmek için çalışıyoruz. Servis merkezlerimizin Türkiye’deki santrallerin coğrafi gelişimlerini takip ederek artacağına inanıyoruz.

Vestas’ın bu hızlı büyümesi, sonuçta rüzgar enerjisi endüstrisinin de büyümesini takip ederek gelişiyor. Her ne kadar gelişmiş ülkelere nazaran Türkiye biraz faz farkıyla ilerliyor olsa da, sonuçta bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, Avrupa’daki ilk 10 ülkeden biri olduğumuzu görebiliyoruz. Türkiye’nin geldiği noktanın aslında kayda değer bir nokta olduğunu görmek mümkün. Bundan sonraki hedefleri ise özellikle çok daha ciddi ve iddialı hedefler. Şu an gelişmiş ülkeler dışında kimsenin ortaya koyamadığı hedefleri, Türkiye rahatlıkla söyleyebilmeyi başardı ve bunları destekleyecek politikaları da en azından masaya koydu. Bunlar bu hedefleri tam olarak sağlamaya yeterli mi değil mi, burada kimi tartışmalar var, ancak bir yerlerden başlamayınca, onu geliştirmeniz de imkansız. Haliyle ben Türkiye’nin bu sürecini çok olumlu görüyorum. İleriye dönük bu hedeflerin gerçekleşmesi için gereken siyasi kararlılığın olduğunu söylemek mümkün. Bunun da yalnızca pazar gerçekleriyle uyuşturulması lazım ki, biz bu hedeflere ulaşabilelim.

Türbinlerin dağılımı açısından en çok nerelerde Vestas türbinlerini görebiliyoruz?

Ağırlıklı olarak Balıkesir ve Bandırma olmak üzere daha çok Ege Bölgesi diyebiliriz ama enteresan bir şekilde yeni verilen lisanslarla İç Anadolu bölgesinde de bir yaygınlaşma bekliyoruz. Örneğin Balıkesir ve Hatay’ın üzerine çıkacak bir bölge de aslında İç Anadolu. Projelerin 2012-2014 döneminde daha da hareketlenecek diye düşünüyorum.

Dünyanın en büyük türbin üreticilerinden birisiniz. Fark yaratan özellikleriniz ne?

Vestas’ın diğer büyük üreticilere göre en büyük fark yaratan özelliği, sadece rüzgar ile uğraşıyor olmasıdır. Dünyanın en büyük rüzgar Ar-Ge’sine sahip ve sürekli olarak teknolojik yenilikleri pazara getirmek için 1500 Ar-Ge mühendisiyle çalışmalarına devam ediyor. Danimarka ana merkez ama tüm bu mühendislerle çok spesifik, sadece rüzgar odaklı teknolojileri geliştirmek üzere hummalı bir faaliyet var. Düşük hızlarda daha çok verim üretebilecek türbinler, daha verimli kanat dizaynları, gittikçe büyüyen, kompleksleşen şebekelere uyum sağlayabilecek türbinler gibi teknolojiler üretmeye çalışıyoruz. Her bölgenin ihtiyacı biraz farklı olduğu için en yüksek elektriği alabilecek bir dizayn ve sistem optimize ediyor olmanız, durum böyleyken de farklı alanlarda, farklı inovasyonlar geliştirmeniz gerekir.

Öte yandan, başlı başına ayrı bir konu olan offshore (deniz tipi) var. Bugün rüzgar enerjisinin gideceği nokta ne derseniz, rüzgarın ikinci rönesansını offshore’da beklemek lazım. İngiltere’nin bu konuda iddialı bir programı var, Kuzey ülkeleri zaten bu işe gönül vermiş, Almanya offshore’u destekliyor, Fransa 5 GW’lık bir program açıkladı, ayrıca ABD’de de bu yönde ciddi gelişmeler söz konusu. Dolayısıyla rüzgarın ciddi GW kapasiteleri 2015 ya da 2020 sonrası offshore ile sağlanacak gibi görünüyor. Burada da maliyeti daha düşük ama kapasite olarak büyük türbinler üretmek için de tüm firmalar şu an bir yarış halinde.

Peki ya Türkiye’de gelişim sizce nasıl olur?

Türkiye’nin offshore için biraz vakti olduğunu düşünüyorum, çünkü offshore şu an çok maliyetli ve hala beklenen maliyet indirimlerine ulaşılamadı. Ama tabii ki bu ölçek ekonomisiyle doğru orantılı, yüksek kapasiteli santraller devreye girdikçe, bu maliyetler de düşecek. 2020 sonrası bizim için mantıklı bir dönem olabilir, özellikle Ege’de ciddi bir offshore potansiyeli var ama şu an için erken olduğunu düşünüyorum. Bizim karada şu an kullanmadığımız çok ciddi bir potansiyelimiz var. Bunu kullandıktan sonra elbette sıra oraya da gelecek, teknoloji ve gelişim de zaten offshore santrallerini bizim için mantıklı bir seviyeye getirecek. O arada da bizim karadaki potansiyeli değerlendiriyor olmamız lazım.

Son dönem projelerinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Şu an Kayseri’de 72 MW’lık bir projemiz var, onun birinci fazını devreye aldık, ikinci fazını da bu ay içinde devreye alacağız. Bu yine düşük rüzgar hızlarında yüksek verimli türbin tipleriyle yapılan bir proje. Örneğin bu projeyi 4 sene önce fizıbıl olarak yapmak mümkün değildi ama bugünün teknolojisiyle artık çoğu şey uygun bir ölçeğe kavuştu. Özellikle İç Anadolu bölgesinde bu tip türbinler öne çıkacak. Doğa ve lojistik koşullar zorlu olsa da, bu şartlara uygun olarak türbin üretebiliyoruz. Örneğin, 1700 metrede çalışan yüksek verimli türbinlerimiz var. Bunu 5 sene önce söyleseniz, imkansız gözüyle bakılır, 1000 metrenin yükseğine türbin koymak hayal gibi görünürdü ama çok hızlı bir değişim var. Biz de bu konuda öncülüğümüzü sürdürmek istiyoruz. Yeni bir takım projelerimiz de olacak, şu an karşılıklı görüşmelerimiz sürüyor. Şu an için çok potansiyel olmasına karşın bunun realize olmasını engelleyen bazı faktörler var. Bunun başında da finansman geliyor.

Türkiye’de yatırımcılar en çok hangi alanda sizce zorluk çekiyor?

Öncelikle lisanslama sürecinin çok zahmetli ve bürokratik olduğunu düşünüyorum, ayrıca lisansı alınıp inşaata geçene kadarki süreç de yine çok zahmetli. Çok vakit alması aslında çok büyük bir sorun da değil. Diğer ülkelerin süreçlerini incelediğiniz zaman, İtalya’da da çok bürokratik ve 5 seneyi bulabilen proje geliştirme süreleri var ama orada bir projenin 5 senede gelişeceğini birinci günden itibaren biliyorsunuz. Bir takım süreçler bulanık ya da tam tanımlanmamış değil ve öyle olduğu için de yatırımcı önünü daha rahat görüyor. Bizde ise yarını görmeden, günlük bir devinim var. O da kolay bir şey değil elbette, yatırımcı açısından çok yıpratıcı olabiliyor. Aslında gelişmekte olan ülkelerin pazarlarında bu tarz sıkıntıların yaşanması da normal. Nihayetinde bilgi birikiminin oluşmasındaki süreç, ister istemez zorlu oluyor.

İkinci ve en önemli olarak beliren finansman sorununu da aslında iki ayaklı düşünmek gerekir. Türkiye’deki elektrik satış fiyatının düşük olması, aynı zamanda finansman alternatiflerini de zorluyor. Finansmana şu gün için baktığınızda, global süreçten etkilenmesinden kaynaklı bir ürkeklik var, ancak bu, yenilenebilir enerjiden, elektrik fiyatlarından bağımsız olarak gelişen makro bir çekingenlik. Türkiye’de şu anki satış fiyatlarıyla yapılan fizibilitelerin çok parlak çıkmadığını söyleyebiliriz, bu da tabii yatırımcıyı zorluyor ve iki taraflı bir finansman zorluğu yaşanıyor. Finansman var ama istediğimiz noktaya tam olarak gelemediğimiz için de o yenilenebilir enerjide beklediğimiz patlamayı da bir türlü gerçekleştiremiyoruz. 2007-2008 yıllarında çok iyi bir pazar vardı, çünkü elektrik fiyatları yüksekti, global konjonktür çok pozitifti, herkes yatırım yapmak istiyordu ama lisans yoktu. Şimdi ise birçok lisans var ama konjonktür biraz çalkantılı, fiyatlar o kadar cazip değil ve haliyle fizibiliteler de o kadar iyi sonuçlar çıkarmıyor. Ama bunları ben dönemsel çalkantılar olarak görüyorum. Çünkü baktığınızda Türkiye genel olarak dünyada çok iyi bir noktada duruyor. Yabancı yatırım açısından değerlendirdiğinizde, Türkiye şu an çok avantajlı bir noktada. Politik iradenin olması, özellikle son dönemde yenilenebilir enerjiye odaklanması, aslında bu alanda çok daha ümitlenmemiz için birçok veri veriyor bize. Ben genel olarak enerji sektöründe Türkiye’nin yabancı yatırımcıları çekeceğine çok inanıyorum, çünkü alternatiflerine baktığınızda Türkiye çok sağlam bir noktada. Enerji içerisinde de yenilenebilir enerji bugünkü şartlarda oldukça öne çıkıyor, o açıdan sektörün çok iyi bir noktada olduğunu düşünüyorum. Bu sene biraz çalkantılı olarak geçebilir ama bilhassa 2013’te çok ciddi bir çıkış bekliyoruz.

Yenilenebilir enerjinin son dönemde Türkiye’nin gündemine girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son zamanlarda, insanların gündeminde sürekli olarak bir cari açık problemi var ve burada da en çok enerjinin payı konuşuluyor. İşte bu noktada yenilenebilir enerjinin gerçekten bir çözüm olabileceğini düşünüyorum. Bunun doğru örneklerini gerçekleştiren ülkeler de var, ithalata dayalı bir enerji bütçesi olan ülkelerin doğru işleyişlerini görmemiz, örnek almamız mümkün. Yenilenebilir enerji bu sorunu tek başına çözecek değil elbette ama önemli bir katkı sağlayan bir etmen olabilir. Bu konu gündeme her açıdan girdiği için de artık bu konuda yol alacağımızı düşünüyorum.

Bir de madalyonun diğer yüzünde "karbon salımı" diye bir gerçek var. Türkiye’nin bu noktada durumu çok iyi değil ve görünen resim maalesef çok parlak da değil. Önümüzdeki senelerde durumun vehametini önleyici planlamalar yapılmadığı takdirde, dünya belki kendi kendini yok etmeye gidiyor. Bu noktada da yine yenilenebilir enerji öne çıkmak zorunda. Ölçek ekonomisi bazında bir katkıda bulunmak istiyorsanız, bunu rüzgar ile çözebilirsiniz.

Dr. Fatih Birol’un sunduğu rapordan bir örnek vermek istiyorum; sürekli olarak yenilenebilir enerjinin maliyetli olduğu ifade ediliyor, ancak Sayın Birol’un ifadesine göre, yenilenebilir enerjiye verilen sübvansiyon 66 milyar dolar, petrol türevi yakıtlara verilen sübvansiyon ise 409 milyar dolara ulaşmış. Sadece doğalgaza verilen sübvansiyon ise, yenilenebilire verilenin iki katı durumunda. Bu rakamlar zaten içinden çıkılmaz bir paradoks olduğunun da göstergesi ve Türkiye de bunun bir parçası. Yine bu konu üzerine yapılan bir raporun sonucundan bir örnek vermek istiyorum; bugün karbon salımlarını kontrol etmek ve yenilenebilir enerjiyi desteklemek için harcamayacağımız her 1 dolar, 2035 yılı sonrasında size 4,3 dolar olarak geri dönecek.

Ancak yine de bardağın dolu tarafından bakmayı sürdürdüğümüzde, ortak akıl ile gidilecek yolun belli olduğunu, bu noktada güçlü bir siyasi iradenin de olduğunu, yalnızca bunu destekleyecek mekanizmaların pazar gerçeklerine biraz daha uydurulması gerektiğini düşünüyorum. Yakın vadede düşündüğümüz zaman ise, Türkiye’de çok aktif bir dönem olduğunu düşünüyorum. 2012 ve 2013’te dünyanın en aktif birkaç pazarından biri olacağını düşünüyorum.

Yenilenebilir enerji ivme kazanınca, bu alanda yatırım yapmayı planlayanlar da oldukça arttı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sektör ivme kazanınca, bu işi yapacak yapmayacak herkes, bir şekilde işin içine bir anda giriveriyor ve bunların silkelenmesi zamanla oluyor ve sancılı geçiyor. Birinci fazı atlattık, ikinci faza geçtik ve birtakım önemler alındı ama yetersiz oldu. Ancak 2012-2013 döneminde gerçek yatırımcı ile ara yatırımcıların ayrışacağını ve orta vadede bu işin daha sağlam, daha ihtisas sahibi yatırımcılara kalacağını görüyorum. İkinci dönem lisanslar uzun dönemli verildi, haliyle bu 2 yıllık bir süreç olacak. Ayrıca yeni çıkacak rüzgar projelerinin lisanslama ihalelerinde de konuşulan tedbirler, gerçekten ehil yatırımcıyı öne çıkaracak şekilde. İhaleler de böyle düzenlendiğinde, sanırım üçüncü seferde bir daha önlem almaya gerek kalmadan bu süreç atlatılacak. Zaten enerji sektörü uzun soluklu bir sektör, dolayısıyla uzun soluklu olmayı düşünen oyuncuların başarılı olacağı bir sektör. Nitekim enerjide 5 senelik bir vade bile kısa sayılır.

Rüzgar enerjisine baktığınızda, Türkiye 2023 hedeflerine ulaşabilecek mi?

Buna her yıl ilerlemeye bağlı olarak bakmamız lazım. Şu ana kadarki hızımıza baktığımız zaman bu hedeflerimizi yakalamayabiliriz gibi görünüyor. Son 3 senede bir tempo yakalamışız ve bu tempo da yıllık 300-400 MW’lık kurulum bazında olmuş. Ama geçmişe dönüp ileriyi tahmin etmek çok yanlış olur, çünkü ben şu an Türkiye dinamiklerinin çok farklı olduğunu düşünüyorum ve yıllık 1 GW ve üzeri bir temponun yakalanabileceğini düşünüyorum. Burada kritik olan, projelerin çok sıkı bir takibinin yapılmasıdır. Şu an yaklaşık 11 GW’lık bir lisans var, bunlardan yürümeyenlerin takip edilip, yeni yapılacak ihale kapsamına dahil edilerek, hızlıca yapılacak proje sahiplerine ulaştırılması, burada kritik bir rol oynuyor. Geri kalan yaklaşık 10 GW’lık ihalenin de zamanlaması ve şartları önemli. Bu takdirde hedeflerin yakalanabilir olduğunu düşünüyorum.

Vestas yerli üretim hakkında ne düşünüyor?

Yerli üretim tabii ki yapılabilir ve Vestas da her uluslararası firma gibi bunun fizibilitesine bakıyor. Teknolojik alt yapı buna müsait, ancak rüzgar türbini yatırımları biraz hacim isteyen projelerdir. Siz bu fabrikaları kurup, senede 100-200 MW ürettirirseniz, verimsiz olacağı için zaten fayda sağlamayacaktır ve maliyet avantajı yakalayamayacaktır. Yerli üretim ancak pazar büyüdüğü noktada geçerli olabilir. Belki 4 ana komponentten oluşan rüzgar türbininin her ürün grubu için de olmayacak bu üretim ama şu an bir fizibilite aşamasındayız. Örneğin kulelerin Türkiye’den olması daha avantajlı diye, kuleleri biz buradan tedarik ediyoruz. Biz global bir ekonomiyiz, yerli üretim elbette yapabiliriz ama önemli olan bunu verimli bir şekilde yapıyor olmamızdır. Şu an en azından yeni yönetmelik çıkacak, onu bekliyoruz, ondan sonra bu projeyi tekrar gözden geçirmek gerekecektir.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

Biz şirket olarak rüzgara inanmış bir şirketiz. 2005 yılında CEO’muz Ditlev Engel, "Petrol, gaz ve rüzgar" diye bir vizyonla çıktığında, bu birçok insana çok ütopik gelmişti. O günden bu yana da gelişime baktığınızda, bu durumu destekler bir gelişmenin olduğunu görüyoruz ve bu daha da artacaktır. Vestas aynı zamanda bunu global olarak yapmaya çalıştığı için şu an 70 ülkede rüzgar enerjisini yaymaya çalışıyor ve hatta bir ülkede sadece 10 MW’lık bir projenin içine bile giriyor. Dünyanın bazı bölgelerinde, belki ismini bile bilmediğiniz ülkelerde Vestas türbini görebilirsiniz. Bu ticari açıdan baktığınızda zorlayıcı olabilir ama biz rüzgara inanıyoruz ve dünyayı bu enerji probleminden düze çıkaracak en önemli alternatiflerinden birinin rüzgar enerjisi olduğuna inanıyoruz. Ve tekrar tekrar vurgulamak istiyorum ki, teknolojik ilerlemenin artık offshore’da olacağını düşünüyorum.

Bir de işin çok ilginç ve önemli bir boyutu daha var ki, o da bugün sıkıntı yaşamaya başladığımız, yarınlarda kıtlığında daha çok sıkıntısını hissedeceğimiz bir konu olan, su... Elektrik üretiminde kullanılan teknolojiler, su tüketimi yoğun teknolojilerdir. Bu açıdan rüzgar santrallerinde su tüketimi olmadığı için rüzgar, belki birçok bölgede vazgeçilmez bir çözüm olarak ileride önümüze çıkacak.


 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

İzocam Genel Direktörü Murat Savcı: 'Yalıtım Kendini Geri Ödeyen Bir Sistemdir'

Sürdürülebilir bir gelecek için yalıtım uygulamalarının yaygınlaşması gerektiğini ifade eden İzocam Genel Direktörü Murat Savcı, yalıtımın kendini ge...
14 Aralık 2023

'Elektrostatik Filtreler Toz Emisyonunun Tamamına Yakınını Temizliyor'

2019 yılında Türk, Alman ve Danimarka ortaklığında kurulan INKWER firmasının Genel Müdürü Murat Erdem dergimizin sorularını yanıtladı. Erdem, elektros...
15 Kasım 2023

ZeroBuild Summit'23 Direktörü Doç. Dr. Gamze Karanfil Kaçmaz: "Sıfır Enerji Bina'lara Dönüşümü Konu Alacağız"

Bu yıl 4. kez düzenlenecek olan Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi ZeroBuild Summit'23'te; Sıfır Enerji Binalar'a dair tüm bileşenl...
17 Nisan 2023

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi
  • Doğalgaz Dergisi
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • YeşilBina Dergisi
  • İklimlendirme Sektörü Kataloğu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü Kataloğu
  • Yalıtım Sektörü Kataloğu
  • Su ve Çevre Sektörü Kataloğu

©2024 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.