Enerji ve Çevre Dünyası 103. Sayı (Temmuz-Ağustos 2013)

vam ederek, yatırımlarını yapmaları sonucunda tüm insanlığın bir bedel ödemesi ise kaçınılmazdır. Bir enerji kaynağının yerini diğer bir enerji kaynağının alması tarih boyunca hep tekerrür etmiştir. Günümüz dünyasında kömür ve petrol gibi yakıtların yerini daha çok yine bir petrol türevi olan fosil kaynaklı doğalgaz ve nükleer enerji almıştır. Konvansiyonel yöntemlerle çıkarılan doğalgaz kullanımının tüm dünyada yaygınlaşması ndan sonra yerine ikame edilebilecek olan kaya gazı, şu an enerji dünyasına hızlı bir giriş yapmaktadır. ABD gibi enerji kaynaklarında ithalatçı bir konumda olan gelişmiş ülkeler, ithalat oranlarını düşürmek için yoğun bir şekilde kaya gazı üretimine başladılar. Ancak konvansiyonel yöntemlerin aksine hidrolik darbe metodu ile çıkarılmaya çalışılan bu yeni enerji kaynağının çevreye olan zararları nedeniyle insanlık yine tehlikelere maruz kalabilmektedir. İçme sularına verdiği zararlar ve deprem riski oluşturabilmeleri nedeniyle birçok ülkede yasaklanan, bazı ülkelerde ise çalışmaları durdurulan söz konusu gazın, tüm bunlara rağmen üretilen ve kullanılan diğer fosil kaynaklar gibi enerji dünyasında yerini alacağından kimsenin şüphesi yoktur. Enerjide arz güvenliği sorunu, iklim değişikliği gibi önemli bir konuyu gündemden uzaklaştırmaktadır. Türkiye gibi AB ülkeleri de enerjide büyük oranda dışa bağımlıdırlar. AB ülkeleri dışa bağı mlılık oranlarını düşürmek ve enerji de farklı kaynaklara yöneldiğini göstermek için kömüre ağırlık vermeye başladılar. Örneğin, Polonya elektrik ihtiyacının %90'ından fazlasını karşılamak için kömürden yararlanıyor. Ülke, AB'nin karbondioksit emisyonu hedeflerinin daha da yükseltilmesi yolunda yapılan tekliflerin önünü kesmiş durumda. 26 Avrupa Birliği ülkesi, 2030 yılı için yeni bir politika hazırlığı olarak sera gazı emisyonlarının azaltım hedefinin %20'den %30'a çıkarılması için çalışırken, başka bir taraftan kömüre destek verilemesinin istenmesi AB'nin tüm planlarını bozmaktadır. Yıllarca verilen sübvansiyonlarla yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelen Birlik üyeleri, son yıllarda içine düştükleri ekonomik kriz sonrası farklı kaynaklara yönelmeye başlamak zorunda kalmaktadırlar. Çünkü sübvansiyonlarla gelişimini sürdüren yenilenebilir enerjinin geleceği, ülkelerin ekonomik zenginliğine bağlı olmakta, neticede söz konusu sübvansiyonlardaki çok küçük oranlardaki oynamalar bile enerji de ibreleri tamemen değiştirebilmektedir. Önce Yatırım mı Önce Çevre mi? Ülkemizin cari açığının büyük bir bölümü enerji sektöründen kaynaklanmaktadır. 201 1 yılı enerji ithalatı 54 milyarken, 201 2 yılı toplam ithalat miktarı olan 236,5 milyar doların 60, 1 milyar doları enerji ithalatına ayrılmıştı r. 201 2 yılında gerçekleşen 46,9 milyar dolar olan cari açıkta enerji önemli bir paya sahip Makale o olmuştur [3]. Petrol ve petrol türevlerine olan ilginin, ülkemizin enerjide hem dışa bağımlı olmasını sağlamakta, hem de cari açığın yükselerek ekonomik dengeleri değiştirmesine sebep olmaktadır. EPDK verilerine göre; 201 2 yılında doğal gaz kaynaklı lisans alıp yatırımları süren santrallerin kurulu gücü 17.263,20 MW'dır. Başvuru, inceleme-değerlendirme ve uygun bulma aşamasındaki santrallerin kurulu gücü ise 33.158,25 MW'dır. Bu santrallerin de lisans alması durumunda, lisans alıp yatırımı sürenlerle birlikte toplam 50.421,45 MW kapasite ile, bugünkü toplam kurulu gücün yüzde doksanına yakın miktarda ilave doğal gaz santralinin kurulacağı belirtilmektedir [4]. % 98 oranında dışa bağımlı olduğumuz doğal gaza gösterilen bu ilginin çevresel bir risk getirmediği ancak ülke ekonomisine de bir külfet getirdiği bilinmektedir. Ancak doğal gaz yerine kömür kullanımını artırma durumunda ise iş dönüp dolaş ıp tamamen çevre üzerinde kalmaktadır Başta enerji olmak üzere diğer sektör yatırımlarındaki hızlı artışlar beraberinde büyük çevresel sorunları getirmiştir. Neticede bu sorunları minimize edecek veya ortadan kaldıracak hukuki kuralların ortaya konma zorunluluğu oluşmuştur. Bu alanda en öne çıkan kural; herhangi bir projenin veya yatırımın çevre üzerindeki etkilerini belirlemek için 40-50 yıl öncesinde ABD ve AB ülkelerince başlatılan, ülkemizin ise 90'1ı yılların ortalarına doğru uygulamaya koyduğu Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)'dir. Hem Kamu tarafının hem de piyasa tarafının en çok zorlandığı çevresel konuların baş ında gelen ÇED, çoğu zaman şirketler ile halkı karşı karşıya getirebilmektedir. Ülkemizin Karadeniz bölgesinde yapılan hidrolik santrallerinin doğaya, kıyı kesimlerinde yapılan rüzgar santrallerinin kuşlara ve diğer canlılara, daha çok iç kesimlerde yapılan termik santrallerinin havaya ve tabiata zarar verebilmeleri sonucu; bu kaynaklarla yapılacak olan enerji santrallerinin çevresel raporlarının hazırlanmasındaki güçlüğünü daha net göstermektedir. Ancak enerji arz güvenliği için yapılması gerekli olan söz konusu yatırımların, mümkün olduğu kadar çevreye az zarar vermesi ve çevresel ENERJi ve ÇEVRE DÜNYASI TEMMUZ-AGusros201J 65

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=