kaynaklarına karşı ilginin yeniden uyanmasına neden yeniden azalmış, ancak enerji güvenliği kavramı kalıcılığını korumuştur. 2.000'li yılların ardından ise kaçımlmaz olan problemli senaryo yeniden belirmiş ve bu sefer yenilenebilir enerjiler kalıcı şekilde gündeme gelmiştir. Öte yandan, 1990'lı yıllarda daha da güçlenen çevre bilinci, fosil kaynaklara dayalı enerji üretim ve tüketiminin yerel, bölgesel ve küresel seviyede çevreyi tahrip ettiğinin ve doğal kaynakları olumsuz etkilediğinin daha da açık bir şekilde anlaşılmasını sağlamıştır. 1970'li yılların ve Stockholm konferansının ardından, 1980'li yılların sonlarından başlayarak insanın iklim sistemi üzerindeki olumsuz etki ve baskısını azaltabilmek amacıyla Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde hazırlanan 'iklim değişikliği Çerçeve sözleşmesi' 1992 yılında Rio'da düzenlenen Çevre ve Kalkınma konferansında ülkelerin İmzasına açılmış, bu sözleşme ile gelişmiş ülkelere, 2000'li yıllarda sera gazı emisyonlarını 1990 yılı düzeylerine indirme yükümlülüğü getirilmişti. 1997'de Kyoto'da yapılan taraflar konferansında hazırlanan Kyoto protokolü ile de, imza sahibi ülkelere 2008-2012 yılları arasında dönem içi sera gazı salınımlarını 1990 yılı seviyelerine göre en az %5 azaltma yükümlülüğü getirilmiştir. Bütün bu gelişmeler, hemen hemen her ülkede olduğu gibi, Türkiye'de de, yenilenebilir enerji kaynaklarının önemini arttırmıştır. (16) 4. Sonuç 1. Enerji tedarikinde ve enerji kaynaklarında kullanılagelen sonlu ve çevresel olarak tehditkar yöntemler, başta fosil yakıtlar tüketiminde ve nükleer enerji örneğinde olduğu üzere, sonsuz ve sınırsız olmadıkları, üstüne üstlük çevre, ekoloji ve insan yaşamı üzerinde, geri dönülmez değişimlere yol açtıkları anlaşılınca, alternatif olarak gündeme gelen 38 ENERJi DÜNYASI MART2011 yenilenebilir enerjiler içinde güneş enerjisinin sınırsız gücü, ekonomik, sosyal, toplumsal ve siyasi dengeleri değiştirebilecek güçtedir. 2. Enerji politikaları oluşturulurken bu politikaların sürdürülebilir olması, gelecek kuşakların enerji gereksinimlerini karşılamaları adına önem taşımaktadır. Enerji politikalarının sürdürülebilirliği için enerji arzının sürdürülebilirliği esastır. Fosil yakıtlar gibi yenilenemeyen ya da yenilenmesi uzun süreler gerektiren kaynaklara öncelik veren bir enerji politikası sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Buna karşın yenilenebilir, alternatif enerji kaynakları ve bu kaynaklara yapılan yatırımlar, son dönemde küresel enerji arzına cevap verebilecek projeler hale gelmektedir. 3. Varolan haliyle yalnız "arz güvenliği" biçiminde algılanan enerji güvenliği kavramı, çevresel güvenliği içerecek şekilde genişletilmediği sürece sürdürülebilirliği sağlamaktan uzak olacaktır. Türkiye enerji güvenliğini güvence altına alacak d politikalar üretip uygulamadıkça, ulusal kalkınma politikalarında başarısız olacak, uluslararası ilişkilerinde de bağımlı ve güdümlü konumda kalacaktır. Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS)'ne 2004'te taraf olan Türkiye'nin, Avrupa Birliği (AB)'ne uyum sürecinde Kyoto Protokolü'ne de taraf olmuştur. Eınisyonlarına ilişkin kesin verileri olmayan, enerji, sanayi, ulaşım, tarım ve atık yönetiminde belirsiz politikaları ile Türkiye'nin nasıl bir taahhütte bulunacağı önem caşunaktadır. Yönetimde bulunan hi.iki.imetin yapacağı her yanlış hamle yalnız kendini ve kendinden sonra gelecek hüki.imeti değil, ülkenin yazgısını bağlayacaktır. Enerji politikasını kömür ve doğalgaz başta olmak üzere fosil kaynaklı enerji çevrimlerine yönelten Ti.irk.iye, sera gazı salımlarını azaltmak bir yana hızla artıracaktır. Nitekim 2008 yılında sera gazı eınisyon artışı hızında Türkiye üst sıralarda yer almıştır. Ti.irkiye'nin Kyoto Protokoli.i'ne taraf olmasıyla, sattığı
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=